21 Temmuz 2007 Cumartesi

tak tiki tak


Zamanın işleyişinin dakikalar,saatler,günler,aylar, yıllar şeklinde uzayıp gitmesi cok garip gelmiyor mu size de? Resmi düzenin yolunda gitmesi dışında pek anlamları da yok sanki...Ben mesela, hiç denk gelmedim tam 1 dakika gibi geçen 1 dakikaya ya da tam 1 saat oldugunu hissettiğim 1 saate. Size de olmamıştır eminim şöyle bir şey: 'Evet tam 45 dakika geçmiş olmalı' ya da 'geçti.' Böyle değil aslında tam olarak da, ama neyse...
Zaman birimlerden çok bir his sanki. Geçip geçmemesi sana bağlı, yani sana dediğim hislerine. Bugünün cok zor geçtiğini hissediyorum mesela ben, ama saat 19:11 olmuş bile. Çoğunun gitmiş olması kalanının da çabuk geçebileceği hatta geçebileceği hissini dahi uyandırmıyor bende. 1-2 tane film izlesem 3-4 saati geçirebilirim diye plan yapıyorum şu an. Çünkü yarın gelsin istiyorum, çünkü umutluyum: Yarın bugünden daha az kötü bir gün olabilir.
Zamanın geçmemesini dilerken bir taraftan da içten içe çabuk çabuk geçmesini istiyor olmamızın sebebi de umut sanırım. Şimdi düşündüm de mutluyken içten içe acı cekmek istiyor olmamız gibi bu da. Bizi asıl iyi hissettiren daha iyisi olabileceğini düşünmek, buna inanmak demek ki. Baksanıza halimize, bu kadar endeksli yaşadığımız bir şeyle bu kadar alakasız olmamız başka türlü açıklanamaz yoksa.
Ya da belki hiç birimiz sevmiyoruz da aslında hayat'ı, bir an önce bitsin istiyoruz o yüzden.Ben şahsen sevmiyorum bu fikri hiç, olsa olsa yapmak istediklerimizi yapmaya cesaretsizliğimizden doğan tembellik sebep oluyordur buna diyorum. Bilmiyorum ki kendimi mi kandırıyorum? Ya da kimbilir, zora gelince kaçıyoruzdur yine. Zaman nasıl olsa geçecek ve zaman geçtiğinde her şey de geçip gitmiş olacak. Sonsuza kadar bugün kalamaz ya, 'bugün' ne kadar uzun olsa da sonuçta. Zaman değil mi zaten her şeyi bu kadar gelip geçici yapan? 'Yaşasın zaman!' diyoruz bu zamanlarda da. Belki de bu yüzden her pazartesi cuma, her cuma cumartesi, her pazar da bir sonraki cuma olsun istiyoruz. Sonra tatillerde mesela, sene içindeki hedeflerimizi belirleyip sene içinde olmak istiyoruz çok şey başarmak için. Sene içinde de büyük ihtimalle başlamamış ya da yorulmuş olduğumuzdan ya da başka başka birçok sebepten sonraki gün/hafta/ay olsun istiyoruz.
Ben de yapıyorum bunu çokça. Zaman kaybı olduğunu düşündüğüm için uyumayı sevmeyen ve mümkün olduğu kadar az uyumaya çalışan ben, bazen gözlerimi kapatıp sonra açtığımda günlerin geçmiş olmasını ve çok şeyin ya da kendimin değişmiş olmasını dilerken buluveriyorum kendimi. Ya da kışın pazartesileri mesela, ertesi gün olsun istiyorum çünkü salılarım boş. Salı günleri de çarsambaları güzeldir diye çarsamba olsun istiyorum. Sonra cuma olsun demeye başlıyorum; çünkü cuma güzel bir gün ertesi günün cumartesi olması sebebiyle. Ama cuma günleri okula gittiğim için cumartesi daha güzel bir gün gibi geliyor bazen. Sonra da cumartesiden sonra pazarın olduğunu ve pazar da bana pazartesiyi hatırlattığı için cumartesiyi o kadar da sevmediğimi, hatta her cumartesi geldiğinde -eger o cumartesim çok şahane geçmemişse özellikle- farkında olmadan bir sonraki cumartesiyi beklemeye başladığımı farkediyorum. Yani koskoca bir haftayı farkında olmadan hiçe sayıyorum. Sonra yine...
O değil de sanırım cuma en güzel gün yine de cumartesiyi beklemenin heyecanına sahip diye.