27 Ağustos 2007 Pazartesi



                karaefrin'e.



tenha bilinmeyen.
belki,
en tenha bilinmeyen.
korktum nasıl söylenir bilememekten.

- verilmeyen şiiri düşün
sabahlara dek yazdığım -

bugüne dek böyleydi her şey.
bugün söz verdim zakkuma,
söyleyeceğim:

ıslatan günbatısı:
kaybolan silüet,
omzunda izlediğim günbatımı.

keskin yağ kokulu eski kandil,
yüzyıllar öncesinin karanlığına yakılan.

sarı yapraklarıyla şehir:
soluksuzca yürüdüğümüz,
dakikalar boyu,
bir ucundan öte ucuna.

     zakkumu görüp sordu biri:
     - neyin nesi şu kırmızı ışık,
     siyaha bulanmış geceye düşen?

değirminin ortasındaki çiçek:
içim kanayarak
kopardım uçlarını
mevsimi geldiğinde.

kırılan yaprağın acı kokusu,
defterde bıraktığı yeşil leke.

büyük meydanın,
ölçüp biçip bulduğumuz tam merkezinde.
bir şey oldu orada,
ikimizden de büyük bir şey,
tüm eksikleri tamamlayan bir büyü:
kimse dokunmamalı kutsallığına.

kandilin ucundaki ateşin kıyısında
ateşten de sıcak bir zakkum,
açıyor korkmadan.
çiçeklerini tüm çocuklar görüyorlar.

26 Temmuz 2007 Perşembe

Merhaba ve Seon'a mektup...

Teşekkürler Seon...
İçinde bulunduğum korkunç sesizliğe ve hareketsizliğe rağmen, dokunmaya ve ulaşmaya çabaladığın için...
Kardeşim...
Yıllar evvel, zamanın herhangi bir yerinde, çizgilerimizi birleştirdiğimiz an, kardeşliğimizin bu yazıya kadar uzanacağını tahmin edebilirmiydik?
"Geriye dönüp baktığında sadece dostların vardır" bu sözü hatırladın değilmi ?
7 yıl süren o uzun romanın ardından yaşadığım ilk saatlerde birlikte başlattığımız günü ve Cüneyt Ağabey'in hala kulaklarımda çınlayan sözlerini ?
Şimdi bir yol ayrımında bulunuyordu...
Saygılar...




25 Temmuz 2007 Çarşamba

Daha önce denenmemiş bir yol seçmek. bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum.

Propagandalar üzerinden bir seçim analizi:AKP-CHP

Heyecanla beklediğimiz seçim gerçekleşti ve halkın %47.6’lık bir bölümün akp’yi iktidar görevine layık gördü.AKP,Demokrat Partiden bu yana iktidardayken oy oranını artıran ilk parti olarak türk siyasi tarihine imzalarını attı.

Diğer partilerin dışında akp ve chp’nin seçimlerde farkı elbette iktidar ve ana muhalefet partileri olarak icraatlarını ortaya koymaları idi.Bu iki partininde propagandalarında önceliği icraatlarına vermeleri zaten varolan farkedilebilirliklerini artıracak seçmenle daha yakın ilişki içine girmelerini sağlayacaktı.iki partininde Propaganda sürecinde,akp-chp reklamlarını incelediğimiz zaman iki parti arasındaki başarı farkının aslında nereden doğduğunuda bir yerde kestirebiliriz.Billboardlarda akp’nin icraatlarıyla ilgili aklımda kalan “paramız artık daha değerli”,”artık her istediğim hastaneye gidebiliyorum”,”artık bir konut sahibiyim” gibi geçmişte yaptıklarının geleceke yönelik yapacaklarına teminat oluşturduğunu hatırlatması,chp’nin ise –birazda cumhuriyet mitinglerinin şımarıklığıyla ve güveniyle- akp’ye karşı kısır bir sözlü atışma ile propaganda yapma çabası ve icraatlarını ülkeye hatırlatmak konusunda yaşadığı zorluklar nedeniyle akp’nin seçmene verdiği teminatı verememesinden dolayı beklentilerin altında kalarak propaganda konusunda sınıfta kaldığını söylemek yanlış olmaz.

Akp ve Chp nin seçime yaklaştıkları günlerdeki pozisyonlarını incelemekte elbetteki propaganda süreciyle direkt bağlantılı.son aylar ülkemize tahmin edildiği gibi hareketli bir dönem yaşattı.2007’nin ülkemiz için kritik bir yıl olacağı cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri,rejim ve laiklik tehditi konusundaki hassasiyet,yükselen terör tehditi,ırak’ta yaşanan gelişmeler,ülkede yükselen milliyetçilik ve batı karşıtlığı konularını hesaba kattığımız zaman gün gibi ortaya çıkıyordu.Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde partilerin uzlaşmaya yanaşmaması,ve üstüne üstlük birbirlerine karşı düşmanca tavırlar içinde bulunmaları halk içinde derin bir ayrılığın başlamasına neden oldu.Köşk’e türbanlı bir “first lady” girmesi ihtimali halihazırda laik kesimin kafasında olan şüpheleri tepkiye dönüştürmeye yetti.Zaman zaman haberlerde yer bulan ve akp’nin laikliğe ters düştüğünü hissettiği uygulamalarından zaten rahatsız olan laikliğini savunmaya hazır kitleleri -ki başbakan onlara “bindirilmiş kıtalar” der- sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla müthiş bir akp karşıtı propagandaya yönlendiren gelişmelerin en vurucusuda bu olmuştur.Cumhuriyet Mitinglerinin heyecanı içinde kendilerini laikliğin savunucusu olarak deklare eden partilerden chp ise ellerini ovuşturuyor,hırslı lideri iktidar hesaplarına girişiyordu.Sayısı hızla artan şehit cenazeleri ile evlatlarını kaybeden insanların hassasiyetinin milliyetçilik fikrine ısınacaklarını hesaplayan chp,kendisinin bu yöndeki potansiyelini artırma politikaları oluşturdu.Kuzey Irak’a yapılması istenen operasyon isteklerine hükümetin karşılık vermemesi üzerine ordu-hükümet arasındaki örtülü zıtlaşmada taraf olan chp,ordu aracılığıyla sempati kazanmaya da çalıştı.Buna karşılık akp daha fazla tepki çekmemek için sessiz kalmayı yeğledi,imaj çalışmalarını zamana yaydı.Belki seçim tarihi o günlerde olsaydı veya içinde bulunulan bu siyasi durum devam etmiş olsaydı bugün oy tablosu chp için yıkıcı,akp için sevindirici olamazdı.CHP o günlerden 22 temmuza kadar geçen sürede ise chp başarılı propagandasını sürdüremedi.o mitinglerde kullanılan sloganların geçerliliğini sonuna kadar kabul etmiş bir ruh haliyle fikir üretmekten çok Akplilere sataşma üzerinden reklam kampanyasını devam ettirdi.Adeta Cem Karaca’nın yarım porsiyon aydınlık şarkısındaki gibi “hiçbirşey üretemeden sadece eleştirirsiniz” dizelerini akıllara getiren çalışmalara imza attı..Buna karşılık Akp sessizliğini seçim koşusunun son düzlüğünde gerek eski icraatlarıyla övünmesi ile,gerek ileriye yönelik hedeflerden bahsetmesi gibi çalışmalarla bozdu.Bunun yanında doğu bölgesi dahil olmak üzere ülkenin her tarafına ulaşmaya çalıştı.Bunun için yazın,oy için kömür dağıtmak gibi saçma görünen fakat işe yaradığı aşikar girişimlerdede bulunduğunuda unutmamak lazım.ama elbette çok çalışan çok yol alır mantığıyla aldıkları oy oranını kutlamaktan başka çaremiz yok.

Seçim bitti ve artık takkenin düştüğü,kelin göründüğü zamandayız.siyasetçi olmak,kişilerin toplum yararına hizmet etmesi demek iken,siyasetçi olmak bizim ülkemizde bir yaşam biçimidir.bunu yıllarca başımızdan gitmeyen siyasetçilerden hepimiz biliyoruz.Ama artık bu seçimlede görüldü ki artık-doğru veya yanlış-bir şey üretemeyen,ürettiğini ortaya koyamayanlar değersizdir ve siyasi oluşumlarına zarar vermektedirler.Deniz Baykal’ında bu andan sonra partisi için atması gereken en önemli adım artık birşeyler üretmeye başlamak,üretilen idelerin paylaşımı sağlayacak sistemler kurmaya çalışmaktır.Bunları yapamıyor ise yerini başka birine devretmekten korkmaması gerekir.

23 Temmuz 2007 Pazartesi

millet bir seçim yaptı

Sayın iktidar mensupları;


23 Temmuz sabahı için hazırlıklara başlamışsınızdır diye düşünüyoruz.Fazla acele etmeyiniz daha birkaç gününüz var rahat rahat hazırlığınızı yapınız. 4,5 yıllık süreçte millet için hiçbir karşılık beklemeden çok çalıştınız; yolsuzluğun kökünü kazıdınız;özverili dış politikalarınız ile başımızı hep dik tuttunuz;teröre karşı da yılmaksızın savaş verdiniz.Bunların sonucunda da çok yoruldunuz.E biz de eşek değiliz herhalde halden anlarız.Hizmetlerinizden ötürü size şükranlarımızı sunmak amacı ile uzun süreli bir tatili size layık gördük.Biz herseyi hazırladık siz hiç yorulmayacaksınız biletlerinizi bile her biriniz adına 23 Temmuz 2007 için ve sadece GİDİŞ olarak ayırttık.Aslında Türk Hava Yollarından ayırtacaktık ama bi an aklımıza sizin Türklükten utandıgınız ve THY ye de burun kıvırabileceginiz geldi biz de biletleri Saudi Arabian Airways’den aldık. Artık beraber uçarsınız siz semalarda. Bir örneği de aşağıda sunduk:







Malum tüm dünya ile iyi ilişkileriniz olduğu için nereye gideceğinizi kestiremedik. Siz doldurursunuz artık.Yalnız “Yooook ben ATA uçağından başkasına ayağımı atmam” derseniz üzgünüz çooook beklersiniz bu biletleri de kaybeder malum gemiciğinize doluşur İzmir Marşı eşliginde gidersiniz.




Bu yazıyı secımlerden bır hafta once yazmıs ve bırkac yerde yayınlamıstım.Guzel de tepkiler alınca keyfım ıyıce yerne gelmıstı.”Bu is tamam” demıstım.Gercekten de milletin bu sekılde bır cevap verecegine inanıyordum.Cumhuriyet mitinglerine gitmis ordaki havayı solumustum.İnsanların gozlerınde Atatürk'e olan sevgıyı ;cumhuriyete olan baglılıgı gormustum ya da gordum sanmıstım.Beni bu dusunceye sevkeden yegane etken buydu.Ancak 22 temmuzda gordum ki Mustafa Kemal'in bir kasım sabahı 9.05 te, hayatını adadıgı cumhuriyeti miras bıraktıgı aziz Turk miileti eşek olmadıgını haykırırcasına %47lik bir oyla akp’yi %5 lik bir oyla da Bölücü zıhnıyetı odullendırmıstı.Kendimi hemen dısarı attım insanların arasında benım gıbı olanlar vardır dıye dusunup kendımı avutuyordum.Tam o yuzlerdeki hassiktir ifadesini aradıgım sırada yanımdan korna calarak ;ellerınde turuncu bayraklarla "cumhuraskanı Gul" sloganlarıyla gecen konvoyu gorunce artık damalı bayragın gorundugu belli oldu.Resim gayet netti ;son kale de elden gtmişti: IZMIR

Saat de manidar biçimde 9.05ti.



Milletim kararını verdi;demokrasi kazandı Bu durumda da bana o bahsettıgım biletleri kendime monte etmek dusecek.Cok üzgünüm sebebi biletleri kendımle ıcsellestırecek olmam degıl gerekırse milletim;ulkem icin her seyı feda ederım de milletim 3-5 kansız ugruna ulkesını;önderini feda etti ona yanıyorum; O’nun yuzune bir daha nasıl bakarız bunu dusunup kahroluyorum

yedigün ormanı

Çevrene bak! Durma, bi'şey yap!
Yedigün'ün Tema iş birliğiyle başlattığı kampanya। Üye profili oluşturup bir slogan belirliyor ve sanal ormana bir ağaç dikiyorsunuz. Sitede dikilen her 5 ağaç için Antalya Hatıra Ormanı'na 1 ağaç dikiliyor. Dikmek istediğin ağacı kendin seçiyorsun, ağacı diktikten sonra gelişimini izlemek için siteye girebilirsin. Üyeler arasında mesajlaşma sistemi de mevcut. Bi de sürekli ağaçlara oy veriliyor, 'oy attım sen de at' diye mesajlar geliyor, ama onların nedenini anlamadım açıkçası. Neden oy veriyoruz, oy verince daha mı çabuk büyüyor, hiç bir bilgi verilmemiş॥ İnsanlar oyalansın, birbirlerine mesaj atıp tanışıp kaynaşmak için sebepleri olsun diye eklenmiş bi sistem olabilir kanımca.



Oturduğunuz yerden bi'şey yapabilmek için güzel bi fırsat...
www.yedigunormani.com





seçim

karaefrin ile birlikte.


parmağımın ucunda gerçeküstücü bir ressamın sanat eserini taşıyorum. özel olarak yaptırdım. valla bak. çok şeker. mora çalan bir kahverengi. bir yoruma göre bir göçmen kuş sürüsü, bir başkasına göre bir zeytin ağacı. kimine göreyse hayatın anlamını bulmuş bir keşiş. hayatımda ilk kez bulaşıyorum bu boyaya. biz, bir ülke insan, günün herhangi bir saatinde okullarımıza teşrif edip, önce bir kağıda mühür bastık, sonra zarfa koyup orta halli bir sandığa salladık. sonra da bir güzel boyattık ellerimizi. seçmeniz. seçeriz.

bir ben vardı...

Bir yemekhane kalabalığının ortasında belirir öfkem
Adaletsizlik damarıma dokunur
Bir “ben” gelir o an’a kadar ki
Ne olduğumu apaçık gösteren
Sürekli gelgitler ve değişen kişilikler
Umutlarım,geleceğim,güzel duygularım ve hayatım
Bir elbise dolabında asılı seccadem de
Askıda hayaller, hayatım;
Teslimiyet,huzur
Özlemişim, birilerinde duyunca farkettim
Kutsal kelimeler sakız idi bir zamanlar
Sanki ne diş var ne ağız
Sözler yok sözler askıda
Öfke yine hüzünle elele
Yeni bir gelecek, yeni bir kişilik içindi
Birilerinin çok ihtiyacı olup da verdiği
“vermenin almaktan faziletli” olduğunun bilincindekiler
üzülürdü görselerdi
raflarımdaki kitapları...

22 Temmuz 2007 Pazar

başlıksız

Bir yudum suyun tadını bilmeyen var mıdır?
Ya da tadın bazen lezzetten kopuk ama ihtiyaca cevap veren bir özlem olduğunu. Bir yudum su için dünyanın tüm lezzetlerini arkasında bırakır insan, ama çok azı farkındadır bunun. Arkanda bıraktığını terkettiğin, vazgeçtiğin sayarsın çoğu kez. Belki de fedakarlık yaptın sanırsın ama bir yudum su hayattır.
Bunun farkına varmak da hayatın anlamı olur. Herkesin bir yudum suyu vardır yaşamda. İçini serinleten, eğer isterse kana kana yaşanan... Buna yüklenen anlam da yaşam karşısındaki savunmamız, bizi bağlayan tercihlerimizdir çoğu zaman.
Bunun üzerine bir yaşam kurulur mu, evet kurulur. Öyle çok yüksek emeller ,çok yüksek idealler, şaşalı bi hayat tasarısı sadece yüktür insanın sırtına binen ve kimsenin gelip de bir ucundan tutmadığı. Herkesin bu bir yudum suyu bir yerlerde sakladığını düşünüyorum_zor zamanlarda çıkarmak için_. Oysa hep gözünün önünde, elinin altında olmalı insanın. Eğer çok gizli, unutulmuş bir yerlerdeyse hem bulmak hem de bulduktan sonra tadına varıp tekrar eski bir alışkanlıkla yaşama bağlanmak için çok geç olur.
"Umudu sür karanlıkların üstüne
Korkma yırtılır gece
Bir tutam güneş kopmuşsa yüreğinin derinliklerinden,
Boşver aldırma sen onsuz da yaşarsın..."
Derken şair acaba nasıl bir umuttan nasıl bir yaşama iradesinden bahsetti? Bu umut çok genel-geçer , herkesin" evet budur." diyebileceği bi yaşama gücü müdür yoksa herkesin kendine göre büyük, kendine göre ulaşılmaz, bir yerlerden gelip apansız içini serinleten bir yudum suyu mudur?
Yaşamdaki kuvvetli saydığım iplerin yavaş yavaş kopmaya başladığını hissetiğim zamanlarda hep bu bir yudum suyun imdadıma yetiştiğini gördüm. Bazen bunu bulmak çok zor oldu ama hep bir yerlerde olduğunu biliyorum. Kuvvetli saydığım bağlar çok kolay kopabiliyor ama o önemsemediğim bir yudum suyu bulmak yaşamın anlamı oluyor benim için.
Hayatta artık hiçbirşeyin seni mutlu etmediği,zevk vermediği, hiçbir tesellinin yerini bulmadığı zamanlarda belki de önemsiz sayabileceğin bir ayrıntı, geçmişte kalmış bi bakış, bir gülüş, belki bir sözcük yaşama bağlayıp yaşama umudun olabiliyor.
O yüzden ben umut derken öyle 'dağları delecem, dünyayı yıkacam,heyyt savulun lan karşımdan ben geliyorum!!! Benim çok büyük UMUTLARIM var' demiyorum.
Ben diyorum ki; yaşamımın bir yerlerinde, özümde benim bu hayatla güçlü bir bağım var ve her kayboluşta onu bulup çıkaracağım. Umudum sadece onu bulup çıkarabilmektir.
Evet
Bir yudum suyun yaşam olduğunu ama yaşamın bir yudum su olmadığını bilerek yaşamak....

Bu son bahar kokulu kadın, ıslak meşe yaprağı rengi havaya ne kadar da yakışıyor.

Altı üstu hayat


...msn ve mail gurubu yazılarından.


hayatın içinde keyifin payi var. düşünerek didik didik etmek yerine yaşa derken tefekkürün payını esirgemiyorum. Tam tersine tefekkürü vesvese seviyesine kadar abartma diyorum.




Dünyaya dair bilgi ve tecrübelereimiz duyu organlarımızın ürettiği elektrik sinyallerinin birkaç trilyon gri hücre tarafından yorumlanmasından ibarettir.

Beynimiz tekbaşına görme, duyma, tat alma, dokunma yetilerine sahipdeğildir. Bir kavanoza koysak ve canlı tuta bilsek hiç bir işe yaramaz.


Her organın fiziksel sınırları vardir. Göz, kızıl ötesınden mor ötesine kadar uzanan işik elpazesinin saadece %4 yazı ile üzde dörtunu göre bilir ilginç değil mi? Burunumuz keza öyle, hayvanlarin yüzlerce kez altında bir koku alma duyumuz var. Derimiz de ise aynı 2 milimetre kareniniçine batırılan iki iğneyi anlamaktan aciziz. Kulaklar 20 db ile 20.000 db aralığıni duyabilir ancak. Nereye varmay a çalışiyorum? Kos koca kainatta hatta bırakın kainatı yaşadığımız dünyada düyü organlarımızin kaabiliet perdesi altında iken göremedığımız meseleleri inkar etmekte inkara gücümüzun yetmediğini ise mucize diye geçiştirmekteyiz acizliğimizi kabullenmemenin bu zavallı yollarıni pozitif bilim diyebir de kendimize yutturuoruz..

------------

Bazen insanlar anlamak bissürü sessiz harfin yan yana gelmesinden olusan Çek isimlerinin telaffuzu kadar zor geliyor bana.

------------------------

Fikrimce yeni neslin işi çok zor. Biz 73 hasadi hafif

meŞrebin nedemek olduıunu bile Şekerkız candy ve Safinazdan öırendik.

Bizim voltranımız vardi mustimiz, hop hop değiş ton ton larimız vardi.

Bilgisayar yoktu, kitap okuyacak sokakta oynayacak vaktimiz vardı.

Ailemizle kavga eder arkadaşlarımızla tartışırdık. Bunu marifet olarak

görmüyorsanız bir de şimdiki tartışmalara kulak verin. İletişim

kurabilen kavga etmek için bile olsa soyleyecek bir fikir sahibi

olabilen nesiller yetiştirme sorumluluıunu göz ardı etmemeliyiz.. Fazla

detaya girmedim birilerine fena çata bilirim sonra.

------------------------


Kader fikri kutuplarda kalındiğinda ya tembeliğe ya da inkara göturur.

insan hayatında kendi niyet ve gayretine bırakılmış bir saha vardır ve

bu sahanın varlııi aynı zamanda dünyaya geliş sebebimizin de açiklaması

niteliğındedir. Rivayete göre ruhlar meclisinde saf saf ve sıra sıra da

olsa her ruh beli dedikten sonra kendi sözümüzu kendimiz tastikleyip

mühürlemeye geldik der tasavvuf. Ve muallak kader içindeki hareket

sahası içinde bu mührü hazırlarız






-

----------------------------------------------------

Gurur ikiye ait, küslük ikiye,

Sevgi bile ikiye ait.

Aşk tek kişilik. Aşkta ikiye yer yok.


Birleşmek, bir haline gelmek kolayca, düşunmeden harcadığımiz bir kavram.

Biz adında bir organızma olarak yaşamını sürdürmek, hayli iddalı değI mi?

Insanın insanla bu sonuca varması mantık silsilesine aykırı görünüyor.

Evet bir birle birleşirse mutlaka farklı bir rakam etmeli ama tüm mevcudu bir bilip tevhit üzre kalmak neticeye ulaşmanın yani sevgi diil, şehvet diil, heves diil, hoşlanma diil, etkilenme diil aşk olmasınin tek yolu....tabi kişisel düşuncem.


Alpagut Develioğlu bindokuzyüzbilmemkaç istanbul:P





bir varmış bir yokmuş..


Geçen gün kuzenimde kaldım kocasının trakyada olması sebebiyle. Dilek abla da geldi 4 yaşındaki kızıyla. Kızı her 4 yaşındaki çocuk gibi biraz mızmız, ama aynı zamanda da çok sevimliydi. her neyse, bizim amacımız onu erkenden uyutup şarap içip dedikodu yapmaktı bütün gece. Saat 10 sularında pelin'i yatırdık, ama masal anlatılmadan uyuyamazmış hanımefendi! Cinderella'yı yanında getirmiş Dilek abla; aldık kitabı Pelinle, odaya gittik. Defalarca okunmuş daha önce bu kitap Pelin'e, ezbere biliyormuş, ama çok seviyormuş, hiç bıkmıyormuş yine de.
Neyse başladım okumaya.. Küçükken hiç farketmemiştim, lan o ne saçma hikayeymiş! Şimdi bi kere Cinderella yani bizim Kül kedisi, dünyanın en iyi kadınının kızı, yani annesi dünyanın en iyi insanı.(tuhaf oldu öbür türlü söyleyince) Daha sonra annesi ölüyor ve çok soylu olan babası bi başka kadınla evleniyor. Bu kıza yapmadıkları işkence kalmıyor üvey annesi ve kız kardeşleri tarafından. 'Bulaşıkları ve merdivenleri yıkıyor, üvey annesi ve üvey kardeşlerinin odalarını temizliyormuş. Kız kardeşleri, oldukça lüks döşenmiş geniş odalarda kalırken o evin tavan arasında pis bir döşeğin üzerinde uyuyormuş. Zavallı kız, bütün bunlara sabırla katlanıyor ve babasına şikâyet bile etmiyormuş. ' deniyor kitapta. Bi de hikayenin başında çok iyi deniyor Cinderella için, yani alttan alttan iyiliğin enayilik olduğu mesajı veriliyor resmen! Bi de sonra deniyor ki, Cinderella'nın babası kızının bu durumunu görmüyormuş bile, çünkü karısından çok korkuyormuş. E hani soyluydu bu adam, koskoca adam -hem de soylu- hem çirkin hem şişman hem cadaloz bi kadınla evleniyor, sonra da korkusundan gözü bir şey görmüyor. Nerde kaldı soyluluk? Atsın kapı dışarıya... Hem nasıl bi aile ilişkisidir de bu, kızının nerde yattığını bilmez? Hiç mi halini hatrını sormuyor bu kızın, ne biçim baba bu demez mi insan? Cinderella da bildiğin salakmış yani,tutsun kolundan babasını, konuşsun; neyse..
Hikayenin devamı da bi o kadar saçma: Cinderella baloya gidiyor. Sonra apar topar eve dönüyor falan, kız kardeşleri balodan dönünce Cinderella'ya diyorlar ki: 'Baloya gelmeliydin de görmeliydin. Prenseslerin en güzeli geldi oraya, bu kadar güzelini hiç kimse görmemiştir şimdiye kadar. Prens de çok etkilendi ondan bütün gece sadece onunla dans etti.' Şimdi bi kere, nasıl oluyor da bu prensesin yüzüne bakmıyor kız kardeşleri. Peri cinderellanın yüzünü de mi değiştirdi? Ya da çok makyaj yaptı da mı tanıyamadılar? Çok makyaj yaptıysa neden yaptı, bu kız aslında çirkin de bizi mi kandırıyorlar?
Sonra şu meşhur ayakkabı kısmı... Bi ayakkabıya umut bağlamak da nedir, niye kimse yüzünden tanımıyor bu kızı? Kimse yüzüne bakmadıysa o kadar güzel olduğuna nasıl karar vermişler? Prensin ayak fetişi mi var? Cinderella'nın ayagı bu kadar cins mi de bi tek ona oluyor ayakkabı? Öyle bi ayak olabilir mi, mümkün mü?
Ben hikayeyi okumayı kafamda bu sorular yankılanırken bitirdim sonunda. O sırada baktım ki, Pelin'in uyumakla ilgisi yok, gözleri apaçık beni dinliyor. En sonunda dedi ki: 'ıymm..mmm..ayf..Yeşer ablaaa, çok güzeğğlll yaaaaa...ayhh..' O anda beynimden vurulmuşa döndüm tabii, kaldırdım Pelin'i oturttum karşıma, dedim ki: 'Hikayenin devamında neler oluyor biliyor musun?' Merakla ' Noluyooooğğğ??' diye sordu. 'Bak Pelin'cim, hayatın boyunca dinleyeceğin bütün masallar, izleyeceğin nerdeyse bütün romantik filmler mutlu sonla bitecek. Mutlu son dediğim evlilik yani, evlilik olmasa da yakışıklı prensle prenses kavuşacak birbirine son sayfada. Düşün bakalım; bissürü masal dinliyorsun, hiç hatırlıyor musun devamını anlatan?'
'ı ıh..'
'Yok çünkü. Devamını anlatayım sana: Prensle Cinderella evleniyor. Cinderella şatoya taşınıyor. Sonra kraliçenin yani annesinin sözünden çıkamayan Prens, Cinderellayı çıldırtıyor. Gün geçtikçe daha az seks yapmaya başlıyorlar. Sonra Cinderella evliliklerini kurtarmak amacıyla doğum kontrol haplarını kullanmıyor ve hamile kalıp, kazara olmuş gibi davranıyor. Çocuk olduktan sonra Cinderella uzun süre aldığı kiloları veremiyor, göbeği çıkıyor, göğüsleri sarkıyor bebeği emzirmekten, yüzü ve ayakları şişiyor. Ayaklarının şişmesi son nokta oluyor zaten Prens için; hatırlarsan Prens'in ayak fetişi vardı. Sonra zamanla Prens sık sık ava çıkmaya başlıyor, uzun süre gelmiyor falan. Sonra da anlaşılıyor ki, Prens komşu ülkenin prensesiyle kırıştırıyor! Cinderella bunu öğrendiği zaman çok mutsuz oluyor, ama çocuğu olduğu için kaçıp gidemiyor. Bu sefer o da güzelleşmeye çalışıyor, kilo veriyor. Evet eskisi gibi olmasa da güzelleşiyor; sonuçta eskisi kadar genç değil artık, öyle olamaz. Ama bu sefer de Prens daha genç kızlarla aldatmaya başıyor Cinderella'yı. Cinderella da kendini kadın gibi hissedebilmek için, ona kendini iyi hissettiren şatonun bahçıvanıyla aldatıyor Prensi. Bu olanların farkında olarak büyüyen çocuk da ilerde çok sinirli, sorunlu biri oluyor ve karısı olan Pamuk Prenses'i 'Sen kimbilir o 7 tane cüceyle birlikteyken ne haltlar yedin?' diye her gün dövüyor. Daha bitmedi...
Anlatmaya devam ediyordum ki, Pelin çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Dilek ablayla kuzenim koşarak odaya geldiler. Pelin yatağın altına saklandı: 'Bana yalan söylemişsiniss, sindirellağ hiç mutlu olmuyoğğmuş, böğğüüüüüğğğ öğğğğğyhhh' diye ağlıyordu. Zorla sakinleştirdik Pelin'i, ağlarken uyuyakaldı da sayılabilir aslında.
Salona gittik, kızdılar bana, ne anlattığımı sordular. Anlattım onlara da. Öyle şeyler anlatılır mıymış hiç küçücük çocuğa?!
İyi de böyle şeyler anlatıldığı için bu hale gelmiyor muyuz zaten? Asıl öyle şeyler anlatılır mı hiç? Ama farkında değiliz. Dinleyerek büyüdüğümüz masallara bi bakın: Pamuk Prenses, Cinderella, Rapunzel, Uyuyan Güzel... Hepsi bi erkeği kapmakla ilgili. Daha küçücükken beynimiz yıkanıyor resmen! Sonra hayatımızın sonuna kadar 'Nerde yanlış yaptık?' diye düşünüp dururken bi taraftan da selülit kremlerine servet harcıyoruz.
Baktık birbirimize, iç geçirdik, bi süre sustuk. Sonra Dilek abla 'Bundan sonra Sex and The City' izleticem ona.' dedi. Güldük. Sonra da seçimlerden konuşmaya başladık...

22.07.07 genel seçim tahmini

akp %32
chp %24
mhp %18
dyp %10

21 Temmuz 2007 Cumartesi

tak tiki tak


Zamanın işleyişinin dakikalar,saatler,günler,aylar, yıllar şeklinde uzayıp gitmesi cok garip gelmiyor mu size de? Resmi düzenin yolunda gitmesi dışında pek anlamları da yok sanki...Ben mesela, hiç denk gelmedim tam 1 dakika gibi geçen 1 dakikaya ya da tam 1 saat oldugunu hissettiğim 1 saate. Size de olmamıştır eminim şöyle bir şey: 'Evet tam 45 dakika geçmiş olmalı' ya da 'geçti.' Böyle değil aslında tam olarak da, ama neyse...
Zaman birimlerden çok bir his sanki. Geçip geçmemesi sana bağlı, yani sana dediğim hislerine. Bugünün cok zor geçtiğini hissediyorum mesela ben, ama saat 19:11 olmuş bile. Çoğunun gitmiş olması kalanının da çabuk geçebileceği hatta geçebileceği hissini dahi uyandırmıyor bende. 1-2 tane film izlesem 3-4 saati geçirebilirim diye plan yapıyorum şu an. Çünkü yarın gelsin istiyorum, çünkü umutluyum: Yarın bugünden daha az kötü bir gün olabilir.
Zamanın geçmemesini dilerken bir taraftan da içten içe çabuk çabuk geçmesini istiyor olmamızın sebebi de umut sanırım. Şimdi düşündüm de mutluyken içten içe acı cekmek istiyor olmamız gibi bu da. Bizi asıl iyi hissettiren daha iyisi olabileceğini düşünmek, buna inanmak demek ki. Baksanıza halimize, bu kadar endeksli yaşadığımız bir şeyle bu kadar alakasız olmamız başka türlü açıklanamaz yoksa.
Ya da belki hiç birimiz sevmiyoruz da aslında hayat'ı, bir an önce bitsin istiyoruz o yüzden.Ben şahsen sevmiyorum bu fikri hiç, olsa olsa yapmak istediklerimizi yapmaya cesaretsizliğimizden doğan tembellik sebep oluyordur buna diyorum. Bilmiyorum ki kendimi mi kandırıyorum? Ya da kimbilir, zora gelince kaçıyoruzdur yine. Zaman nasıl olsa geçecek ve zaman geçtiğinde her şey de geçip gitmiş olacak. Sonsuza kadar bugün kalamaz ya, 'bugün' ne kadar uzun olsa da sonuçta. Zaman değil mi zaten her şeyi bu kadar gelip geçici yapan? 'Yaşasın zaman!' diyoruz bu zamanlarda da. Belki de bu yüzden her pazartesi cuma, her cuma cumartesi, her pazar da bir sonraki cuma olsun istiyoruz. Sonra tatillerde mesela, sene içindeki hedeflerimizi belirleyip sene içinde olmak istiyoruz çok şey başarmak için. Sene içinde de büyük ihtimalle başlamamış ya da yorulmuş olduğumuzdan ya da başka başka birçok sebepten sonraki gün/hafta/ay olsun istiyoruz.
Ben de yapıyorum bunu çokça. Zaman kaybı olduğunu düşündüğüm için uyumayı sevmeyen ve mümkün olduğu kadar az uyumaya çalışan ben, bazen gözlerimi kapatıp sonra açtığımda günlerin geçmiş olmasını ve çok şeyin ya da kendimin değişmiş olmasını dilerken buluveriyorum kendimi. Ya da kışın pazartesileri mesela, ertesi gün olsun istiyorum çünkü salılarım boş. Salı günleri de çarsambaları güzeldir diye çarsamba olsun istiyorum. Sonra cuma olsun demeye başlıyorum; çünkü cuma güzel bir gün ertesi günün cumartesi olması sebebiyle. Ama cuma günleri okula gittiğim için cumartesi daha güzel bir gün gibi geliyor bazen. Sonra da cumartesiden sonra pazarın olduğunu ve pazar da bana pazartesiyi hatırlattığı için cumartesiyi o kadar da sevmediğimi, hatta her cumartesi geldiğinde -eger o cumartesim çok şahane geçmemişse özellikle- farkında olmadan bir sonraki cumartesiyi beklemeye başladığımı farkediyorum. Yani koskoca bir haftayı farkında olmadan hiçe sayıyorum. Sonra yine...
O değil de sanırım cuma en güzel gün yine de cumartesiyi beklemenin heyecanına sahip diye.